hakkında... |
|
Greenpeace 1971'de ABD'nin Alaska'nın doğusunda yaptığı nükleer denemelere karşı Kanada'dan denize açılan bir avuç insanın çabasıyla doğmuştu. Daha sonra ise Fransa'nın nükleer denemelerine, Sovyetler ve Japonya'nın soy kırıma dönüşen ticari balina avcılığına, Norveçlilerin yavru fok katliamına karşı sürdürülen ilk eylem ve çalışmalardan sonra, ideallerinden ödün vermeyen, değişime inanan çok sayıda insanın bir araya gelmesiyle heyecan gittikçe büyüdü ve yayıldı. Greenpeace'in şu anda 26 ulusal ve 3 bölgesel ofisi ve bu ofislerin yaptığı çalışmaları olanaklı kılan 158 ülkede 2.5 milyon kadar destekçisi var.
GREENPEACE'İN
ÇALIŞMA TARZI Greenpeace, gezegenimizi yaşanmaz hale getiren çevre suçlarına şiddet içermeyen doğrudan eylemlerle tanıklık eder ve bunları basın aracılığıyla gündeme getirir. Çevre mücadelesi sabır ve kararlılık ister. Hedefler genellikle uzun vadede gerçekleştirilebilecek türdendir ve ancak kamuoyu desteğiyle başarıya ulaşabilir. Greenpeace eylemcilerini arada bir ortaya çıkıp ortalığı karıştıran bir grup maceracı olarak görenler de vardır kuşkusuz. Oysa her eylem, uzun ve yoğun araştırmalara ve çalışmalara dayanır. Çevreye karşı işlenen bir suça tanıklık etmek, kamuoyunun dikkatini çekerek suçu işleyenler üzerinde baskı oluşturmak amacıyla yapılan barışçıl eylemler; sabırla yapılan analizler, raporlar, basın açıklamaları, yetkililerle görüşmeleri içeren tüm çalışmaların "vitrini"dir yalnızca. Greenpeace ayrıca, uluslararası anlaşmalara lobi faliyetleriyle ağırlığını koyan, taslaklar öneren ve kabul ettirebilen az sayıdaki yetkin çevre örgütlerinden birisidir.
GREENPEACE'İN
DÜNYADAKİ BAŞARILARINDAN BAZILARI…
Dünyanın her yanındaki
2.5 milyon Greenpeace destekçisinin etkin desteğiyle
gerçekleştirilen bazı küresel hedefler: ·
1971 - İlk Greenpeace
eyleminin ardından ABD’nin Alaska’da nükleer denemeleri
durdurması ·
1975 - Fransa’nın
atmosferdeki atom bombası denemelerinden vaz geçmesi ·
1982 - Kanada’daki
eylemler sonucunda Avrupa Komisyonu’nun yavru fok kürkü ithalatını
yasaklaması ·
1989 - Okyanuslarda akıntı
ağlarıyla avlanmaya karşı Birleşmiş Milletler yasağı ·
1991 - Ekolojik yönden
duyarlı Antarktika'nın Dünya Parkı ilan edilerek, doğal kaynaklarının
madencilik,
vb. nedenlerle sömürülmesinin en az 50 yıl için
engellenmesi ·
1993 - Londra Sözleşmesinin
(1983) yürürlüğe girmesiyle denizlere toksik ve radyoaktif atık
boşaltımının
yasaklanması ·
1994 - Türlerin yok
olmasına yol açan ticari balina avcılığının 1982 yılında sınırlandırılmasından
sonra,
Antarktika balina sığınağının kurulması ·
1996 - Atom bombası
denemelerinin dünya çapında yasaklanması ·
1998 - Shell’in Brent
Spar petrol platformunun 1995’te Kuzey Denizi’ne batırılmasının
engellenmesinden
sonra, benzer
tesislerin Kuzey Atlantik’te denize batırılması yasağı GREENPEACE’İN MADDİ KAYNAKLARI
Greenpeace bağımsızlığını devam ettirebilmek ve özgürce
çevre sorunlarının üzerine gidebilmek için hiçbir şirket, endüstri,
siyasi parti veya devletten bağış kabul etmez. 29 yılda bir çoğu
başarıyla sonuçlanmış uzun soluklu kampanyalarının kaynağında,
bireylerin de değişim yaratabileceğine inanarak çalışan gönüllüler
ve kendi maddi güçlerine göre yıllık bağışlarda bulunan destekçiler
vardır. Greenpeace'e maddi destek veren
bu insanlar olmasaydı, çalışmaların büyük bir bölümü
yapılamamış, başarıların büyük bir çoğunluğu elde
edilmemiş olacaktı.
GREENPEACE
AKDENİZ OFİSİ
Greenpeace Akdeniz Ofisi, Uluslararası Greenpeace örgütünün
on yıl süreyle yürüttüğü Akdeniz Kampanyası'nın ardından
1995 yılında açıldı. İdari merkezi Malta'da olan bu bölgesel
ofis, Türkiye, Lübnan, İsrail, Malta gibi daha önceden bir ulusal
Greenpeace ofisi
bulunmayan Akdeniz ülkelerinde faaliyet gösteriyor. 1997 Nisan ayında
İstanbul'da açılan ofisimiz Türkiye'de, Enerji Kampanyası ve
Toksik Maddeler Kampanyası olmak üzere iki kampanya yürütmektedir.
Enerji
Kampanyası
Evlerimizdeki
elektrik düğmeleri ve prizlerden başlayan iletim/dağıtım hatlarının
diğer ucunda, Gökova, Yatağan gibi zararlı, yasal izinleri
bulunmayan ve mahkeme kararlarına karşın çalıştırılan termik
santrallar var! Değer verdiğimiz pek çok şeye zarar veren bu
santrallarda üretilen enerjinin üçte biri ise,"delik kovayla
su taşır gibi" bakımsız ve yetersiz elektrik hatlarında
yitirilmektedir. İlginçtir ki %100 dış kredili nükleer santral
dayatması yapan bürokrat
ve üst düzey yetkili bolluğu yaşanırken, ortalama bir OECD ülkesinde
1 birim enerjiyle üretilen hizmet ve ürünlerin, Türkiye'de 2,5 kat
fazla enerjiyle üretildiği gerçeğinden utanç duyduğunu belirten
hiçbir yetkiliye ne yazık ki rastlanmıyor!
Akkuyu Nükleer
Santral İhalesi ve nükleer lobinin yalanları, sağlıklı bir
enerji planlamasına sahip olmayan Türkiye’ye çok zaman ve fırsat
kaybettirdi. Nükleer enerjinin her ne pahasına olursa olsun ülkemize
sokulması için seferber olan Enerji Bakanlığı, Türkiye’nin
zengin yenilenebilir enerji kaynaklarını ve yüksek enerji verimliliği
potansiyelini yıllarca yok saydı. Nükleer lobi eski, sorunlu ve
pahalı teknolojisini gelişmekte olan bir ülkeye satma konusunda hiçbir
engel tanımıyordu, oysa kapımızdaki nükleer şirketler onyıllardır
kendi ülkelerinde tek bir sipariş alamamışlardı:
·
ABD'de iptal
edilmeyen son nükleer santral siparişi 28 yıl önce verilmiştir ve
22 yıldır tek bir sipariş dahi yoktur;
Avusturya,
23 yıl önce tek nükleer santralını işletmeye almadan halk
oylamasıyla kapatmış, Almanya'da
ise 19 yıldır sipariş alınmamıştır; 1998 yılı sonundaki seçimleri,
nükleer enerjiden vazgeçme ve nükleer yakıt yeniden işleme işine
son verme sözü ile kazan yeşiller-sosyal demokratlar koalisyonu,
Almanya’da nükleer santralları kapatma kararı almıştır.
İsveç'te nükleer lobinin tüm baskılarına karşın 1997’de İsveç
Parlamentosu, ülke elektriğinin %50'sini karşılayan nükleer reaktörleri
kapatma kararı almış, 30 Ekim 1999’da ise Barsebaek-1 adlı ilk
reaktör henüz 24 yaşındayken kapatılmıştır; dünyada kişi başına
en fazla enerji tüketen Norveç'te ise bir tane
bile nükleer santral yoktur. 1997 yılında
Fransa'da
yeni reaktör siparişleri askıya alındı; La Hague yakıt yeniden işleme
tesisi çevresinde kankanserleri saptandı ve atık borusunun uzandığı
kumsal halka kapatıldı; bu bölgedeki deniz ürünlerinde Avrupa
Birliği standardının iki katından fazla radyasyon saptandı.
Kanada'da
1997'de açıklanan bir raporla, nükleer santralların "sınıfta
kaldığı" ortaya çıkarılınca, 21 reaktörün 7'si kapatıldı.
Dünya nükleer santral pazarı olarak tek ülke konumundaki
Çin
ise yerli enerji kaynaklarına göre çok pahalı olduğu için nükleer
santral alımını askıya aldı. Bu örnekler çoğaltılabilir…
Türkiye’yi dünyada
işsiz kalan nükleer şirketlerin sorunlu ve tehlikeli
teknolojilerini satacakları bir pazar haline sokmaya çalışan
enerji yetkilileri amaçlarına ulaşamadılar. Çevre ve insan sağlığına
tehdit oluşturan, küresel ısınma ve iklim felaketine yol açan
fosil yakıtlara (kömür, petrol, doğalgaz...) aşırı bağımlı
enerji (ve ulaşım) politikalarını ise halen savunuyorlar. Yanlış,
yetersiz ve çıkarcı politikalarının bedelini kendileri hiçbir
bedel ödemeksizin bizlere ve doğaya ödetme alışkanlığına sahip
olan enerji yetkilileri, bugün özeleştiri yapmak ve çağdaş
enerji politikalarına yönelmek bir yana, bizleri karanlıkla tehdit
ederek eski alışkanlıklarını sürdürmekte bir sakınca görmüyor:
Türkiye’nin resmi bir enerji verimliliği / yenilenebilir enerji
hedefi ve programı hala yok. Çok uluslu enerji kartelleri nereye
isterse, oraya sürüklenen bir Enerji Bakanlığı var!
Biz ne istiyoruz? Çağdaş elektrik idareleri, sürekli artan
enerji gereksinimine santral yetiştirmek yerine, talebin yönetiminden
ve enerji verimliliği teknolojilerinden yararlanarak, aynı işi daha
az enerji ile yapmayı başarıyor. Yıkıcı enerji üretim ve tüketim
uygulamalarını, politikalarıyla (gizli ve açık sübvansiyonlar,
vergi indirimleri...) destekleyen devletlerin insana ve doğaya zarar
vermeyen enerji sistemlere acilen geçmelerini talep ediyoruz:
Hollanda
hükümeti 2020 yılına kadar güneş elektriği kullanan 500.000
adet evin yapımını destekleyeceğini açıkladı. Nükleer
santrallarını (ekonomik ömürleri dolmadan) kapatma kararı alan
Almanya'da
10.000'den fazla güneş
elektriği sistemi var ve sadece geçen yıl toplam 2000MW gücünde rüzgar
çiftliği devreye sokuldu. ABD'de
ise 2010 yılı için hedeflenen ve 2000 MW gücündeki 1.000.000 güneş
enerjili ev projesi Ekim 1997'de başlatıldı.
Danimarka’nın
2030 yılı hedefi elektriğinin %50’sini rüzgardan elde etmek
(2000’deki oran %10); çok kısa sürede
ve ucuza devreye sokulabilen rüzgar enerjisi dünyada yıllık
%40 büyüme hızıyla yaygınlaşıyor; bugün dünyada şebekeye bağlı
olarak rüzgar elektriği kullanan 10 milyona yakın insan var!
Greenpeace Akdeniz
Türkiye’de neler yapıyor... “Güneşli bir geleceğimiz var” sloganıyla kamuoyunda enerji konusunu tartışmaya açan Greenpeace Akdeniz, barışçıl eylemlerinin yanısıra konferanslar, dia gösterileri, raporlar, basın açıklamaları ile bilgilendirme çalışmaları yapıyor. 1996'daki Çernobil Tanıkları Turu'nun ardından, 1997'deki Güneş Turu'nda (3000 km) içinde enerji konulu bir fotoğraf sergisi, video, buzdolabı, vb. elektrikli aletler; üzerinde ise bunları çalıştıran güneş panelleri ve küçük bir rüzgar türbini bulunan bir kamyonla 15 yerleşim ziyaret edildi. Şubat 1998’de Greenpeace’in Başkanı Thilo Bode Türkiye’yi ziyareti sırasında Enerji Bakanı Cumhur Ersümer ile görüştü. Mart 1998’de ise Greenpeace Almanya ve Kanada Nükleer Bilinç Projesi üyeleri, İstanbul’da düzenlediğimiz basın toplantısında ülkelerinde nükleer endüstrinin çöküşünü anlattılar. Gelişmiş ülkelerden, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere tehlikeli teknoloji transferlerine dikkat çeken Greenpeace heyeti, Akkuyu’daki toplantıda, nükleer santrala karşı çıkan yöre halkı ile dayanışma içinde olduklarını belirttiler. 1998 Mayıs ayında ise Greenpeace, Avustralya Ulusal Üniversitesi'nin hazırladığı Bilgisayar Modellemesini açıkladı. Bu çalışma Akkuyu'da olabilecek bir nükleer kazanın, Türkiye'nin dışında, Kıbrıs, tüm Ortadoğu, kuzey Afrika ve Özbekistan, Kazakistan gibi ülkeleri de etkileyeceğini ortaya koydu. Adana depreminin ardından, Greenpeace ve Dokuz Eylül Üniversitesi Deniz Bilimleri Enstitüsü Deniz Jeofiziği Birimi Başkanı Prof. Dr. Atilla Uluğ, TEAŞ'ın iddialarının aksine, Ecemiş fayının santral sahasından yalnızca 20-25 km. mesafede denize uzandığı ve aktif olduğu uyarısını yaptı. Bu uyarı, geçen yılın başında düzenlenen yeni bir basın toplantısında, Kanadalı şirket AECL'nin elindeki TEAŞ belgelerini inceleyen Kanadalı uzmanların görüşlerinin Türkiye'de kamuyouna aktarılması ile yinelendi. Ağustos ayında ise Greenpeace gemisi Sirius'un ülkemizi ziyareti sırasında, Enerji Bakanlığı'nda yapılan eylemde Bakan Cumhur Ersümer ağzından yapılan hayali bir açıklama ile “Türkiye'de yıkıcı etkileri olacak nükleer programdan vaz geçildiği ve enerji verimliliği, yenilenebilir enerji teknolojilerine yatırım yapılacağı” açıklandı. Bu sırada Bakanlık çatısından “Atoma Hayır” yazılı dev bir afis açıldı. Aynı dönemde Gökova Termik Santralı önünde bir "adalet heykeli" ve yerel eylemcilerle (Gökova Sürekli Eylem Kurulu) birlikte 80 metre uzunluğundaki bilirkişi raporları ve mahkeme, danıştay kararları ile "Hukuk Devleti Gökova'yı Durdur'!" mesajı verildi. Gemi Çanakkale Boğazı'ndan geçerken, bölgeye zarar verecek Çan Termik Santralı projesini protesto eden Çanakkale Çevre Platformu'nun denizdeki eylemine destek verildi ve yörede rüzgar enerjisinin bolluğuna dikkat çekildi. 1998 Ekim ayında ise bir Temiz Enerji Turu (2500 km) ile güneş elektriği panelleriyle donatılmış Greenpeace Almanya'ya ait bir kamyonla İstanbul, İzmir, Ankara, Mersin, Silifke, Akkuyu ziyaret edildi. Greenpeace’in 11 Temmuz 1999’da Akkuyu’da yerel yönetimlerle birlikte gerçekleştirdiği halkoylamasının sonucu (%84 “Nükleer santrala ve radyoaktif atık deposuna HAYIR!”), hazırlanan “Nükleer Enerji Elkitabı” ile birlikte TBMM’deki 550 milletvekiline iletildi. Aralık ayında Avrupa Rüzgar Enerjisi 2. Başkanı’nın da aralarında bulunduğu bir Greenpeace heyeti, Ankara’da enerji bürokratları, Başbakan Ecevit ve onun isteği üzerine de Enerji Bakanı Cumhur Ersümer ile yaptığı görüşmeler ve İstanbul’da düzenlenen bir basın toplantısıyla rüzgar enerjisinin dünyadaki ve Türkiye’deki durumunu gündeme getirdi. Boğaz Köprüsü ve Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (İkitelli radyasyon kazası yıldönümünde) eylemleri ile nükleer tehlikeye bir kez daha dikkat çekildi. Nisan 2000’de ise bir basın toplantısıyla Çukurova Universitesi’nden Doç. Dr. Hasan Çetin Ecemis Fayı’nın aktif olduğunu en yeni bilimsel yöntemlerle kanıtlayan araştırması yayınlandı. 25 Temmuz 2000 tarihli Bakanlar Kurulu toplantısının ardından Başbakan Ecevit Akkuyu İhalesi’nin iptal edildiğini açıkladı! Ülke genelinde çeşitli sivil toplum kuruluşları, yerel gruplar ve köylülerle birlikte sürdürülen yoğun bir kampanyanın ardından Greenpeace, alternatif enerjilerin önünü açan bu kararı memnuniyetle karşıladı.
Nükleer karşıtı kampanyanın başarısı, çağı kapanmış
teknolojilerini Türkiye gibi ülkelere dayatmaya çalışan tüm endüstrileşmiş
ülkelere bir uyarıdır. Küresel iklim felaketine yol açan kömür,
petrol vb. fosil yakıt bağımlılığından, alternatiflere dayalı
güvenli bir enerji geleceğine geçiş konusunda da zorlu bir mücadele
verilmektedir.
ENERJİ
KAMPANYASI RAPORLARI:
·
Çernobil'in
Türkiye Üzerindeki Etkileri - Nisan 1996
·
İklim
Değişikliği ve Akdeniz Bölgesi’ndeki Etkileri - Kasım 1997
·
Enerji
Yol Ayrımında Türkiye -
Temmuz 1997
·
Akkuyu
Nükleer Kaza Modellemesi - Mayıs 1998
·
Önce
Güneş, Rüzgar, Su... (çocuk kitabı) - Ekim 1998
·
Nükleer
Enerji ElkitabıTürkiye Enerji Sektöründe Karar Verme ve Rüzgar
Enerjisinin Entegrasyonu - Temmuz 1999
·
Rüzgar
Enerjisi - %10 - Aralık 1999
·
Ecemiş
Fayı Üzerinde Paleosismolojik Kazı Sonuçları - Nisan 2000 *** Toksik Maddeler KampanyasıDünya’da her gün binlerce sanayi tesisi milyonlarca ton kimyasal atığı çevreye boşaltıyor. Bu atıkların çoğu son derece toksik (zehirli) maddelerdir. Bunlar canlıların dokularında birikir ve doğada çok uzun süre bozunmadan kalmaları nedeniyle her geçen gün doğal yaşamı daha fazla tehdit ederler. Arıtma Efsanesi... Bizlere yetkililer ve sanayiciler tarafından söylenmeyen bir gerçek vardır ki bu da toksik maddelerin tam anlamıyla arıtılamayacağıdır. Arıtma tesisleri toksik atıkların ancak biçim değiştirmesini sağlar ve bu işlemler sonrasında yeni ve ek maliyetler gerektiren işlemlere ihtiyaç duyulur. Greenpeace bu nedenle, arıtma tesisleri, atık yakma tesisleri gibi sorunu çözmekten uzak bu teknolojileri savunmaz; halen dünyanın bir çok yerinde kullanılan ve geliştirilmekte olan, toksik maddelerin kullanımını, tehlikeli atıkların yaratılmasını üretim aşamasında engelleyen Temiz Üretim yöntemlerini savunur. Temiz Üretim’de amaç, mümkün olduğunca az hammaddeyi temiz ve yenilenebilir enerji kaynakları ile işlemek ve toksik madde içermeyen ve tehlikeli atık yaratmayan bir üretim süreci elde etmektir. Temiz Üretim Birleşmiş Milletler Çevre Eylem Programı bünyesinde geliştirilmektedir. Halen dünyanın bir çok bölgesinde Temiz Üretim’e geçmiş bulunan veya geçmek için yatırımlar yapan bir çok sanayi kuruluşu bulunmaktadır. 12 Kirletici Kimyasal… Bugün etrafımızda yaşamımızı tehdit eden kimyasalları, zehirli etkilerine göre doğada kalış sürelerine ve besin zincirini zehirlemelerine göre sıraladığımızda listenin en başında 12 zehirli kimyasal görüyoruz. Bu maddelerin tamamı Klorlu Organik Bileşiklerdir. Aralık 2000 tarihinde Birleşmiş Milletler Çevre Eylem Programı dahilinde 122 ülkenin delegeleri Güney Afrika Cumhuriyetinde bir araya gelerek tarihi bir taslak üzerinde anlaştılar. Bu anlaşmaya göre bu 12 kimyasal öncelikli olarak kaynakta ortadan kaldırılacaktır. Taslak 2001 Mayıs ayında Stockholm'de imzaya sunulacak. Bu kimyasalların tümü klorlu bileşikleridir. Üretimi sırasında olduğu kadar, üretiminden sonra da etrafa yaydığı klorlu organik bileşikler insanların yağ dokularında birikir, kanserden hormonal dengenin bozulmasına kadar birçok ölümcül hastalığa yol açar. Bugün klor üretiminin en büyük kaynaklarından birisi PVC plastiğidir.Gelişmekte olan ülkeler klorlu ürünleri hayatlarından çıkarmaya çoktan başlamışken, biz de artık bu tehdidin farkına varmalıyız!
Ve Dioksinler... Özellikle PVC üretimi sırasında ve PVC gibi
klorlu atıklar ve ürünler yakıldığında etrafa çok yüksek
miktarlarda dioksinler ve furanlar yayılır. Dioksin, insanlık
tarihi boyunca üretilmiş en toksik maddelerden birisi olarak
biliniyor. Yasaklanması üzerinde anlaşılan 12 zehirli kimyasaldan
iki tanesi dioksinler ve furanlardır. Amerika Birleşik Devletleri Çevre
Koruma Ajansı (EPA) dioksinin hiçbir güvenli seviyesi olmadığını
belirtmektedir. PVC, özellikle kuzey ve batı Avrupa ülkeleri tarafından
terk edilmekte ve yerine temiz alternatifleri kullanılmaktadır. Türkiye’de
ise bunun tam aksine, özellikle inşaat sektöründe PVC kullanımı
inanılmaz bir hızla artıyor.
Greenpeace
Akdeniz Neler Yapıyor... Greenpeace Akdeniz Ofisi, Türkiye’de Temiz Üretime geçişi sağlamak için, endüstrilere, yerel yönetimlere ve hükümete baskı yapmaktadır. İzmir Körfezi kirliliğinin sadece Büyük Kanal Projesi gibi arıtma tesisi projeleri ile çözülemeyeceğini göstermek amacıyla, 1995 yılından beri numuneler alarak analizler yapılırken, sanayilerin körfezi nasıl kirlettiğini ve yerel yönetimin nasıl etkisiz kaldığını gösteren eylemler yapılmış, bilimsel raporlar yayınlanmış, seminerler düzenlenmiştir. Shell’in Diyarbakır’ın içilebilir nitelikteki yeraltı su kaynaklarını zehirlediğini 1995 yılında ortaya çıkaran Greenpeace’e verdiği yazılı cevapta Petrol İşleri Genel Müdürlüğü, Shell’in hisselerini alarak oradaki uygulamaya devam eden Perenco’nun deşarjı durdurmuş olduğunu belirtmektedir. Petkim Aliağa tesislerindeki Klor Alkali fabrikasında çalışan işçilerin saçlarından numuneler alınmış ve ne oranda cıva kirliliğine maruz kaldıkları tespit edilmiştir. Aliağa’da Petrol-İş sendikası ile ortaklaşa seminerler düzenlenerek Klor/PVC hakkında Petkim işçilerine ayrıntılı bilgi verilmiştir. “Petkim’in Karanlık Yüzü” adlı raporda Petkim’den alınan numunelerin analiz sonuçları, Petkim’in etrafa yaydığı kimyasallar hakkında bilgiler bulunmaktadır. Greenpeace Akdeniz Ofisi, Greenpeace gemilerinin geçtiğimiz yıllarda Türkiye ziyaretleri sırasında Aliağa'da eylemler gerçekleştirerek, PVC üretiminin dünya çapındaki tehlikelerine ve Petkim'in ölümcül atıklarını çevreye boşalttığına dikkat çekmiştir. Greepeace eylemcileri ayrıca Petkim’in Aliağa tesislerine gizlice sızarak deniz kenarında bulunan ve Petkim çalışanlarının ve ailelerinin denize girdiği plaja bir kaç yüz metre uzakta bulunn YASA DIŞI tehlikeli atık alanını ortaya çıkarmıştır. Buradan alınan numunelerde tespit edilen tehlikeli kimyasalları gösteren rapor basına ve yetkili makamlara sunulmuştur. Bu eylemler sonucunda Petkim Çevre Bakanlığı tarafından belki de ilk defa ciddi olarak izlemeye alınmıştır. Ayrıca Petkim yönetimi Klor-Alkali tesisindeki işçileri zehirleyen cıva-cell’leri sökerek membran ile değiştirmiştir. Marmara depreminin hemen ardından bölgede inceleme yapan Greenpeace ekibi, bir ay kadar önce ortaya çıkarmış olduğu Petkim Yarımca Tesisleri’ne ait yasadışı ve kontrolsüz tehlikeli atık sahasında oluşmuş büyük yarıkları ve yeryüzüne çıkan yeni atıkları tespit etti. 16’sı yabancı 14’ü Türk gönüllülerden oluşan Greenpeace kurtarma ekibi deprem kurtarma çalışmalarına da katıldı. Yine 1999’da Akdeniz’in kirliliğe karşı korunması için Barselona Konvansiyonu’nun tüm ülkelerce parlamentolarında onaylatılması için yapılan Zehirli Maddeler Turu çerçevesinde Rainbow Warrior gemisi ile Körfez’den de numuneler alındı ve sonuçları 2000 yılı Nisan ayında bir rapor ile açıklandı. Haziran ve Temmuz aylarında ise İskenderun’daki İspanyol ve Sinop’taki İtalyan zehirli atıklarının ülkelerine geri gönderilmesi için bir dizi eylem yapıldı. Son olarak Greenpeace, Petkim yönetiminin Klor ve PVC üretimini durdurması ve yıllarca cıva ile zehirlenen Klor-Alkali işçilerinin sağlık sorunlarının sorumluluğunu alması için Yarımca ve Aliağa’da eylemler yaptı ve Aliağa’daki emek şenliklerine her sene olduğu gibi katılarak halka bilgi sundu.
İzmit’te kurulan
ancak Çevre Bakanlığı tarafından işletme izni verilmemiş olan Türkiye’nin
ilk Tehlikeli ve Klinik Atık Yakma Tesisi’ne karşı, yerel gruplar
ile birlikte mücadele verilmektedir. Bu konuyla ilgili olarak Çevre
Bakanı ile bir görüşme yapılmış ve kendisine alternatif temiz
teknolojilerin ve Temiz Üretim ilkelerinin de anlatıldığı
Greenpeace raporları sunulmuştur. Yasadışı olarak inatla çalıştırılan
tesis, Greenpeace ve Kocaeli Çevre Eğitimi ve Koruma Derneği'nin
ortak çalışmaları ve yapılan eylemler sonucunda kapatılmış, Çevre
Bakanlığı 1999 yılı
Mart ayında yayınladığı bir genelge ile atık yakma
teknolojisinin tehlikelerini resmen belgelemiştir. Greenpeace’in yoğun
kampanyası, Türkiye’de Çevre Bakanlığı düzeyinde atıkların
imhası konusunda bir hayli önemli politika değişikliğine neden
olmuştu. Fakat, Çevre Bakanlığı’nın depremden sonra İzmit
Tehlikeli Atık Yakma Tesisi’ni (İzaydaş) tüm tehlikelere karşın
devreye sokması karşısında Greenpeace bu kirletici batı
teknolojisinin Türkiye’de yasaklanması için çalışmalarını hızlandırdı.
İzaydaş’tan alınan kül numuneleri Greenpeace Araştırma
Laboratuvarında analiz edildi ve dioksinler PCBler gibi zehirli
kimyasallar tespit edildi. Rapor, yapılan bir eylem ile kamuoyuna
duyuruldu ve yetkililere iletildi.
TOKSİK
MADDELER KAMPANYASI RAPORLARI
·
Akdeniz'de
Yakıcı Gerçek - 1995
·
İzmir
Körfezi'nde Ağır Metal Kirliliği - Aralık 1995
·
Petkim
Petrokimya Tesisi’nden Alınan Tüm Numunelerin Analiz Sonuçları -
1996
·
Shell
Raporu - Mart 1996
·
İzmir
Körfezi Kirliliği ve Gerçek Bir Çözüm İçin Temiz Üretim Kavramı
- Haziran 1997
·
Petkim'in
Karanlık Yüzü - Haziran 1998
·
Tehlikeli
Atık Yakma Tesisleri ve Kalıcı Organik Kirleticilerin İmhası -
Nisan 1999
·
İzmit
Körfezi Çevresindeki Sanayi Tesislerinin atıklarından kaynaklanan ağır
metaller ve organik kirleticiler - Nisan 2000
·
İzmit
Tehlikeli Ve Klinik Atık Yakma Tesisinde Ortaya Çıkan Ağır Metaller
Ve Organik Kirleticiler - Ocak 2001
Hazırlayan :Banu Dökmecibaşı Greenpeace Akdeniz Ofisi Toksin Maddeler Kampanyası Asistanı www.yeryuzu.com sundu Bilimsel tüm yazılarınızı mail yoluyla gönderebilirsiniz Web Master Mesut Süzer
Copyright 2000 © |